Arama Şekli Hangi İçeriklerde Aranacak Yerler Sayfalandırma















Sizi tebrik ediyorum! Ve bu defaki Hüsrev’in, bakanlara yazdığı istida, pek mükemmel bir vesika-i tarihîye hükmündedir! - Muhtelif Mektublar

“Sizin yalnız îmanî ve Kur’ani mesaildeki müşküllerinizi ve izahını arzu ettiğiniz noktaları, Risale-i Nur’un yardımı ile halline çalışırım. Benim mesleğim; ihtiyar ve şuurum taalluk etmeden, Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir. İman ve Kur’an meselelerinizde, hemfikiriz. Fakat siyasetle iştigal edemem!”

(Yazı)

Bi ismihi Subhanehu: Ve in min şey’in illa yüsebbihu bihamdihi.

Esselamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü Ebeden Daimen!              

              Aziz, sıddık kardeşlerim!

              Evvela: Sizi tebrik ediyorum! Ve bu defaki Hüsrev’in, bakanlara yazdığı istida, pek mükemmel bir vesika-i tarihîye hükmündedir! Fakat bir iki gün evvel, Sungur’dan aldığımız bir telgrafta:

              “Yüz seksen beş eserin verilmesine emir verildi!” demiş. Bu adlî cümleyi anlayamadık. Telgrafhanede, müdürden sorduk: “O memur, onu yanlış almış. Makineden ben, kulağımla işittim:

          “Bütün eserlerin geri verilmesine” demektir.

            Hatırımıza geldi ki: “Acaba yüz otuz risalenin bazılarını, müteaddid cüzleri bir risale yapıp yüz seksen beşe mi çıkardılar?” diye ihtimal verdik ve anlayamadık.

              Hem, Yeni Sabah gazetesinin yazdığı gibi Medresetü’z-Zehra’yı, Doğu Üniversitesi namıyla, büyük bir İslam Dar’ül-Fünunu, Reis-i Cumhur’un tayiniyle her müşkülatı iktiham edip onun yapılmasına çalışacaklarını haber aldık! İnşaallah, kırk senedir takip ettiğimiz, mühim bir maksadımızı, vatan ve milletin menfaati için yapmaya mecbur olacaklar.

               Saniyen: Bana gönderdiğiniz, üç sene bizim gibi hapiste bulunan, Zülfikâr ve Asa-yı Musa’dan, ehemmiyetli yerlere birkaç tane gönderdim.

               Ezcümle: Cizre’de cami imamı ve Botanlı Abdurrahim, benim eski talebelerimden olup, buraya kadar geldi. Ben de on adet, mühim kitaplardan verdim. Fakat hatırıma gelmedi ki Zülfikâr’ın Mu’cizat-ı Kur’aniye, Dördüncü Zeylinin iki yerde; biri sekizinci, diğeri on ikinci satırda, لا  -nın yerine, - م لا ın yazılmış. Halbuki

لا on dokuz bindir. ملا Kur’an’da otuz bindir. Bu sehiv, başka nüshalarda kısmen tashih edilmiş fakat mahkemenizde kalan Zülfikâr’larda tashih edilmemiş. Ben de burada unuttum.

       Siz, Cizre’nin müftüsü vasıtasıyla İmam Abdurrahim’e, müstensihin bu sehvini tashih eylemesini yazarsınız. Tâ ki Medresetü’z-Zehra’nın erkânı, bu vasıtayla, Cizre ile dahi münasebetttar olsun diye size havale ediyorum.

               Hem, bu defa, Hüsrev’in mektubunda, Zübeyir’in Nazif’e göndereceği pusulayı oraya sehven gönderdiğini anladım. Hüsrev’in de bir küçücük sehvi var. Çünkü Yirmi Dördüncü Mektup değil, Yirmi Dördüncü Söz’ün Onuncu Aslı’na dair Nazif’e bir kısacık mektubum vardı. Sûreti burada kalmamış idi. Onuncu Aslın suretini Nazif’e gönderip o pusulanın suretini bize göndermesi için demiştim. Halbuki Onuncu Aslı size sehven göndermiş. Hüsrev de Yirmi Dördüncü Mektup namını verip o, Onuncu Aslın suretini bize göndermiş. Fakat gayet parlak, uzun istidası, bu küçücük sehvini hiçe indirdi, affettirdi. Bu meselenin sırrı budur.

                Nazif, büyük bir hayır yapmak için Nurcuların ehemmiyetli bir virdi olan Cevşen’ül-Kebir’i, makine ile teksir etmiş. Bunun sevabına dair haşiyesindeki pek harika ve müteşabih hadislerden, faziletine dair olan parçayı beraber teksir etmek için bana yazmıştı. Ben de dedim:

             “Otuz beş seneden beri her gün, Cevşen’i okuduğum halde, o haşiyeyi üç- dört defadan ziyade okumadım. Onun için onun aynı ile teksiri münasip değil.

               Yirmi Dördüncü Söz’ün Onuncu Aslına göre bir hülasası münasip olur ki; muarızlar ve zındıklar, itiraz parmaklarını uzatmasınlar.

                İnşaallah, yakında, o mübarek Cevşen’ül Kebîr, Nurcuları şevkiyle tenvir edecek!

                 Salisen: Ankara ve İstanbul, üniversite nurcuları; İstanbul’da iki bin adet Rehber’i tab ediyorlar. Zannımca, Büyük Rehber’dir.  Daha iyi! İnşaallah, gençlere büyük bir rehber olur! Hem bu adres ile:

               Hacı Ali Kılınç Alp: Ezher-i Şerif, Rifaku’l-Etrak. Numara: 125

                                                                                                 Kahire- Mısır

                Kılınç Hacı Ali’ye, Medresetü’z-Zehra ve Cami’ül-Ezher ile münasebetttar olmak için siz yazınız ki: Asa-yı Musa’yı, edip alimler, güzelce tercüme etsinler. Tâ ki o tercüme münasebetiyle alem-i İslam’ın o üstadları, Nurlarla alakadar olsunlar.

               Rabian: Hacca giden kardeşimiz, Marangoz Ahmet, selametle gelmiş mi? Merak ediyorum.

                 Hem, Zülfikâr ve Asa-yı Musa’nın ahirinde; Hüsrev ve yardımcılarına olan aynı duaya, Mustafa Gül ve refikalarını ilave ile Sözler mecmuasının ahirinde dahi yazınız.

               Baki umumunuza selam!

                El Baki Hüve’l Baki

                 Kardeşiniz: Said-i Nursi

        Hem Hulusi’nin hem Muallim Osman’ın mektupları; bera-yı malumat, leffen gönderildi.

                                       ***

 

                     Bi ismihi Subhanehu: ve in min şey’in illa yüsebbihu bi hamdihi.

                     Esselamu aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü Ebeden Daimen!

                Çok sevgili, çok mübarek ve çok kahraman ağabeyime

                Sevgili üstadımız buyuruyorlar ki:

                Evvela: Hüsrev’in, İhvan-ı Müslimîn’e yazdığı, gayet parlak mektubunun bir sureti, Ankara nurcuları vasıtasıyla alınmıştır. Kıymetli mektubunuza: “Maaşallah ve bin barekallah!” diyor.

                 Saniyen: Bakanlıklara yazılan kıymetli istidanıza, aynı kelimelerle mukabele edip, gönderilip gönderilmemesi hakkında, Medresetü’z-Zehra’nın erkânlarına havale ediyor. Bu vesile ile başta siz, sevgili ağabeyim olmak üzere, bütün kardeşlerime mahsusen selam edip mübarek ellerinizden öperim.

    Bununla beraber dört adet mektup, leffen takdim ediliyor kahraman kardeşim!

                   El Baki   Hüve’l Baki!

                   Aciz ve hem çok kusurlu kardeşiniz: Mehmet.

                   

           (3.sayfanın sonu.)

 

          Ve in min şey’in illa yüsebbihu bihamdihi.

           Esselamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü bi adedi ilmullah!

              Aziz, muhterem ve mübarek, müşfik üstadım!

              Bu arîdamı, Nurlarla alakadar ve Hac refiklerimden, Karakoçanlı Hacı Sabri kardeşim ile takdim ediyorum.

               Evvela: mübarek ellerinizi kemal-i ihtiramla takbîl eder; bu aciz, pür taksîr kardeşiniz ve talebenizi, müstecab ve mübarek duanızda dahil buyurmanızı istirham eylerim.

               Saniyen: Hacı Sabri kardeşimizi ve diğer yeni alakadarları da dualarınıza dahil buyurmanızı rica ederim.

                Salisen: Kardeşimiz Hüsrev, gerek zat-ı âlilerinin ve gerekse diğer kardeşlerin mektuplarını, emirlerinize atfen göndermekte devam ettiği için lillahil hamd, vaziyetten haberdar bulunuyoruz.

                Rabian: Gerek Hüsrev kardeşimin ve gerek Ceylan’ın gönderdikleri eserleri, kardeşlere verdim ve parasını kendilerine gönderdim. Urfa’dan biraz daha istedim. Gelince, inşaallah, onları da taliplere vereceğim. Eserlerden bir takımını Hacı Sabri almıştır.

               Hamisen: Reis-i Cumhur’un nutkundan gelen müjdeli istihracın tahakkuk etmesini, eltaf-ı İlahiye’den niyaz ederiz!

                Sadisen: Nurların neşri ve fütuhatı için Rahîm ve Kerîm rabbimiz muvaffak buyurduğu nispette istihdamımız, lillahilhamd, devam ediyor! Akşamları; Nurlu cemaatten mürekkep, fakirhanemize gelen cemaate tedrisat-ı Nuriye’de devam olunuyor!  

                Malatya seyahatimde, oradaki alakadarların çalışma tarzlarını söyledim. Büyük Doğucular’ın bu fakiri, kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine:

             “Büyük Doğuculuk, siyasi bir teşekkül müdür?” diye sordum. “Evet!” dedikleri için:

               “Sizin yalnız îmanî ve Kur’ani mesaildeki müşküllerinizi ve izahını arzu ettiğiniz noktaları, Risale-i Nur’un yardımı ile halline çalışırım. Benim mesleğim; ihtiyar ve şuurum taalluk etmeden, Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir.  İman ve Kur’an meselelerinizde, hemfikiriz. Fakat siyasetle iştigal edemem!” mealinde, cevab-ı red verdim.

             Yalnız, bu zümreden, Nurlarla alakadar olanlar var. Onlarla el ele vererek, hem eserleri okumalarını ve anlayamadıkları yerleri sormalarını, Kur’an hattı öğrenmeye de gayret etmelerini de rica ettim.

                Malatya, Urfa, Antep’tekileri; eserleri edinmeğe ve alakadarlarını artırmaya, acizane yazılarımla teşvik etmekteyim.

                  Şimdilik, mesai-yi Nuriyem böyledir. Cenab-ı Hakka nihayetsiz hamd ve şükürler olsun ki: hesapsız kusurlarımla beraber, bu Kur’anî ve îmanî hizmette istihdama layık görmüştür! Elbette, mübarek ve müşfik üstadımın duaları bereketiyle, Zümre-i Nuriye’nin âciz bir ferdi olmakta devam ve öylece, Liva-i Ahmedî Aleyhissalatü ve’s-Selam tahtında toplananlardan olurum!

               Tekrar tekrar, mübarek ellerinizi, kemal-i tazimle takbîl eyler; alakadar kardeşlerin de selam, dua ve ihtiramlarını arz eder; muhitinizdeki, maddeten ve manen yakın, bütün kardeşlere arz-ı ihtiram eylerim!

                 Erhamerrahimîn olan rabbimizden daimî niyazım: muhterem ve müşfik üstadımdan ebediyyen razı olsun ve bütün makasıdını hâsıl eylesin! Âmin!

                   El Baki El Hubbu fillah!

                   Muhibb-i Muhlisiniz: Hulusi

                                 ***

              Bi ismihi Subhanehu ve in min şey’in illa yüsebbihu bi hamdihi!

              Risale-i Nur’a ve mübarek üstad hazretlerine hücum eden bir -------; uyku ile uyanık, rüya ile sayıklama arasında, şurada burada, saçma sapan sözlerle, dalalete kılavuzluk eden efendiler!

              İçinde bulunduğumuz bu asır; tarikat asrı değil, hakikat asrıdır! Deve ile menzil alan yolcular; bir vaha hasretiyle kavrulurken Nur-u Kur’an, binlerce ve milyonlarca mucize ve kerametiyle bu uzun yolu, Cenab-ı Hakk’ın izniyle uçsuz, bucaksız çöllerden döndürüp, en kısa ve en doğru bir yolu göstererek, Nur-u Muhammedî (A.S.M) ile nur-u imana vasıl eylemiştir. Elhamdülillah!

               Ey deve yolcusu! Tayyareye bak! Sizler yola çıkmadan, menzile ulaştı. Daha böyle, kaç yüzyıl, bu iptidaî hayat, bu uzun yol devam edecek? Bağrı yanık yolcuya, ebedî bir saadet deryası olan Kur’an ve îman kevserinden, kana kana, ne zaman içirebilecek? Yoksa, deve de yolcusuyla beraber serap gibi kaybolup gidecekler mi?

                  Dinleyiniz ey kısa görüşlü, basma kalıp sûret insanları!

            Şimdi, sizlere; mübarek, Nur üstadımızın büyük Sözleri ile cevap verelim:

               Risale-i Nur’un hakikatini tam anlatmaya bizim değil, bu zamanda, hiçbir kimsenin kudreti yetmeyeceği gibi onu ancak Cenab-ı Hak bildirir. Bizim en büyük düşmanlarımız; şeytanlar, komünistler ve masonlar, bu nuru söndürmeye çalışmışlar fakat bir türlü muvaffak olamamışlar! İnşaallah, hiçbir zaman olamazlar! Çünkü Risale-i Nur, öyle bir nurdur ki üfledikçe parlar! Çünkü bu nuru, Cenab-ı Hakk’ın izniyle Kur’an-ı Azîmüşşan yakmıştır! Bütün Cihan gayret etse, nur-u Kur’an’ı ve onun içinden süzülen berrak nuru, Risale-i Nur’u söndüremez!

                 Risale-i Nur’a girmeyenler, bu nurun kıymetini anlayıp takdir edemezler. Eski atalardan kalma, meşhur bir söz vardır:

                  “Çift sürüp ekin ekmeyen,

                   Sofraya yemek dökmeyen,

                   Arı kahrını çekmeyen,

                   Balın kadrini ne bilsin?

                   (Bal, Risale-i Nur’dur.)

 

              Bu, Nur deryası, dalalet batağından kurtarıp -------------gönlünü ve ruhunu iman nuruyla dolduran, öyle bir irfan-i imanidir ki; bu berrak deryadan süzülen tevhidler, iki Cihan Nuru Muhammed Mustafa’(A.S.M)’nın yoluyla Cenab-ı Hakka varır!

             Hayy u Kayyum olan Cenab-ı Rabb’ül-Âlemîn razı olduktan sonra isterse, bütün Cihan küsse, ne çıkar? Yeter ki O razı olsun! 

             Risale-i Nur; en kısa ve en kestirme ve en doğru bir yolu talim eden, öyle bir Hak yolcusudur ki; gençliğimizi ve bütün Nur’a sarılanları, Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle dalalet bataklıklarından kurtarıp îman ve irfan nuruna gark eder!

                Mesleğimiz; tarikat değil, hakikattir!

                Rehberimiz, Kur’an; şiarımız, îman ve irfandır!

              Nasıl ki bedeni rahatsız olan bir hasta, doktoru arasa, rûhi ve imani hastalıkların tabib-i hekimi ve komünist ve masonluğun tiryakı ve panzehiri olan Kur’an ve onun bir âyinesi ve elmas kılıncı, Risale-i Nur’dur.

               Risale-i Nur’da; ne riyazet, ne sülük, ne çile ve ne de tarikat merasimi olmadığı gibi en kısa yoldan Hakk’ı bilen ve saadete giden en kısa, nurlu bir yol ve gönüllerde yaşayan rûhi bir rabıtadır. Tenkitler, sizin gibi ağıza yakışmayan sözlerle değil, fikir mücadelesiyle olmalıdır. Bütün Dünya’nın, “Bediüzzaman” diye büyük bir sıfat verdiği üstadı, kendinizden aşağı görmenize karşı, Yunus Emre hazretlerinin şu kıtası hatırıma geldi:

          İlim, ilim bilmektir.

          İlim, kendin bilmektir.

          Sen, kendin bilmez isen,

          Bu, nice okumaktır?

 

        dediği gibi siz, kendiniz, yolun ne olduğunu bilmeden, işkembe-i kübradan ağız dolusu, boyuna atıyorsunuz.

        Celaleddin-i Rûmi Hazretleri, niçin Mevlevî Tarikatı’nı kurdu? Bunu biliyor musun?

              O mübarek zatın zamanında; bütün kanunlar ve bütün ahkâm-ı şeriat-ı Muhammediye (A.S.M) ve Nur-u Kur’an ahkâmına göre hükmediliyordu. Fakat şimdi, Avrupa kanunları ve hükmü yürüyor. Eğer O mübarek zatın zamanında da böyle bir şey vaki olsaydı, Celaleddin-i Rûmi Hazretleri, Mesnevi veya Risale-i Nur gibi bir tiryak ve panzehir bulur ve onu talim ettirirdi. Çünkü tarikatla mahdud kimselerin imanını kurtardığı gibi neşriyatla umumun imanı kurtarılıyor.

              Bir de üstadımızı, “Said-i Kürdî” diye itham ediyorsunuz. Sizin Türk olduğunuz ne malum? Kim biliyor? Hangi karışık bir suyun tortusu ve döküntüsüsünüz? Çünkü dinsizlik komitesine bilmeyerek yardım; surette dindar, sîrette bir komünist olmak ihtimaliniz var.

      Dinle ey gafil! Karanlık, zulumat selinin önüne katılan, kendini bilmez adam!

      “Bediüzzaman” denilen o zatın; nesli ne olursa olsun, hakiki milliyeti İslamiyettir!  Fakat bu, çok şefkatli zat, sizler gibi keramet değil, istikamet aradığı için daima kendini toprakla beraber bilip başına gelen felaketleri ve ona yapılan bütün eza ve cefaları, sizler gibi şekva ile değil, daima şükran-ı nimet bilip rıza-yı Hak için Eyüp Aleyhisselam gibi daima Cenab-ı Hakka hadsiz şükürler etmiş, Halık-ı Zülcelal de bu mübarek zata, sabrının mukabili olarak Risale-i Nur’u ihsan-ı ilahi ile ahir zamanda, dalalete düşen bir kısım ümmet-i Muhammed’i kurtarmak için vermiştir. Elhamdülillah, Cenab-ı Hakka binlerce ve yüzbinlerce hadsiz şükürler olsun ki; Risale-i Nur’a sarılan bütün talebelerini kurtarmış, şimdi de izn-i Hak ile Nur’a yapışan ehl-i dalaleti dahi kurtarmaktadır. Bunun için Cenab-ı Hak, mübarek üstad hazretlerinden ebediyyen razı olsun!

        Bizler, hiç kimseye kötülük yapmamağa ve daima hasım olanları da ihvan eden bir mesleğimiz olduğu için yine de iddia ediyoruz ki; Risale-i Nur’u okusunlar ve imanlarını kurtarsınlar! Cenab-ı Hak, ıslah eylesin! Derken: “Güneş, balçıkla sıvanmaz!” diyerek; ilmi, irfanı, imanı, insanlığı; beşeriyetin ve ebediyetin bütün esaslarını öğrenmek isterseniz, Risale-i Nur’u okuyun!

                   Aciz ve çok kusurlu Nur talebelerinin son yolcusu: Osman Aydın

                                                      ***

               Kardeşlerim!

          Bu, Muallim Osman, Ceylan’ın hapis arkadaşıdır. Ondan tam ders almış, ikinci bir Ceylan olmak kabiliyeti var.

            Medar-ı hayrettir; Duamda, Nurcular dairesinde her gün isimleriyle yad ettiğim iki sûfi meşreb, kendilerini satmak fikriyle bana ve Nur’a iliştiklerine dair mektup geldi. Ben, gücenmedim. Onları daha ziyade duama aldım. Aynen, eskide, İstanbul’da, eski partinin desiseleriyle bize ilişen, malum ihtiyar şeyh gibi onları hem kendime mübarek kardeş, hem dost bildim. Hakkımı helal ettim. Fakat iki İhlas Lemaları’nı okumalarını arzu ediyorum.

              Kardeşlerim!

               Siz dahi böylelerden gücenmeyiniz! Münakaşa etmeyiniz!

 

                                                                                                            Said-i Nursi

          

                      

                   

           

                  

 

 

                     

                    

 

 

                

              

              

                

 

                


PDF dosyasını indirmek için tıklayınız.